Memurluğu bıraktı, deniz çingenelerine katıldı! ‘Tsunamiyi sezip su altında yaşıyor’


Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr – Melih Bektaş, 10 yıllık memuriyetinin ardından bundan 2 yıl önce istifa edip dünya turuna çıkan bir gezgin. Her ne kadar Malezya’da gasp edilip bir süreliğine Türkiye’ye dönmek zorunda kalsa da, 2 yıldır yolculuğu devam ediyor. Dünyayı gezerken bolca hatıra ve insan hikayesi biriktiren Melih, bu yolculuklarını sosyal medyada paylaşıp daha anlamlı hale getiriyor. Melih, Güneydoğu Asya ülkelerini gezdiği esnada, uzun süredir merak ettiği Tayland’a gidip dünyanın en ilginç insanları Mokenlerle yaşama fırsatı buldu. Onların tufaf yaşamlarına şahit olan Melih, misafirperverliklerine ve cömertliklerine de hayran kaldı.
Melih için her şey, Taylandlı bir arkadaşına “Bir hikâye arıyorum” demesiyle başladı. O da Tayland–Myanmar sınırına yakın bölgede yaşayan ve ‘deniz çingeneleri’ olarak anılan Moken halkından bahsetti. “Onların varlığını öğrendiğim andan itibaren, belgesellerde izleyebileceğim bu insanların peşine düştüm”diyen Melih yaşadıklarını, “Tekneye atlayıp yaşadıkları adaya ulaştım. Tayland’a gitmeden önce böyle bir hikâyenin parçası olacağımı bilmiyordum. Köylerine ulaştığımda, belki de o köyde kalan ilk yabancı olacaktım. İlk gördüğüm aileye çadırımla kalacak yer aradığımı söyledim, yüzlerinde şaşkınlık ve tebessüm vardı. Benim için otları temizlediler, çadır kurabileceğim bir alan gösterdiler. Artık onların köyünde, çadırımla birlikte kalmaya başlamıştım” diyerek anlattı.
‘TSUNAMİYİ ÖNCEDEN BİLİYORLAR’
Moken halkı, denizlerde yaşadıkları için yerleşik hayata çok geç geçebilmiş olduklarını dile getiren Melih, “Uzun süre Tayland ya da Myanmar vatandaşlığı olmadan yaşamışlar. Günümüz çingeneleriyle doğrudan bir bağları yok. ‘Deniz çingenesi’ ismi onlara, yaşam tarzlarından dolayı ve Batı literatürünün kulağa daha romantik geldiğini iddia etmesinden dolayı verilmiş. Ben onları ‘denizin bilge insanları’ olarak tanımlıyorum. Yaşamları, her an denize açılmaya hazır olacak şekilde, tekneleriyle, evleriyle, deniz merkezli kurulmuş. Kadim bilgeliğin peşinde olan, tabiata adapte olmuş bir halk” diyerek şunları söyledi:
‘DIŞ DÜNYADAN BAĞIMSIZ YAŞIYORLAR’
Onlarla çeviri programı sayesinde Tayca konuşan Melih, “Evin 10-11 yaşlarındaki küçük kızı, aldığı eğitimden dolayı birkaç kelime İngilizce konuşabiliyordu. Ama anadilleri Mokence ve bu dilde, günümüzde sık kullanılan ‘savaş, tanrı’ gibi kavramlar yok. Daha çok hava ve deniz olaylarını anlatan kelimeler bulunuyor. Dalganın her türünü, rüzgârların şehir insanının algılayamayacağı farklılıklarını Mokence’de özel bir isimle anıyorlar. Benimle biraz Mokence konuştular, bu da benim için çok özel bir andı. Bir Moken’in ağzından, yok olmaya yüz tutmuş bir dili dinlemek” ifadelerine yer verdi.
Gözlemlerine göre sabah erken saatlerde kalktıklarını dile getiren Melih, “Gün ışığıyla başlayan hayat, gün batımıyla birlikte dinlenmeye çekiliyor. Yani tabiatın saatine uyuyorlar. Eskiden saatleri ve takvimleri yokmuş, güneşin hareketine göre zaman dilimlerini ayarlayıp buna göre hareket ettiklerini öğrendim. Bazı akşamlar yanımda getirdiğim sazı çalmamı istediklerinde, güneş enerjisinden elde ettikleri ancak zar zor yanan bir ampulü yakıyorlardı. Hayatları çok sade. Az yemek yiyorlar ve genelde yemekleri balık ile pirinç, burada bulunan en ucuz besin kaynağı. Balığa çıkacaklarsa onun hazırlığını yapıyorlar, aksi halde balıkçılık araçlarını tamir edip günlük ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Modern dünyayla bağları çok zayıf. Kendi kurdukları köyde, dış dünyadan habersiz yaşıyorlar. Evlerinde eşya yok denecek kadar az. Yatakları balıkçı ağından yapılmış hamaklar. Herhangi bir su yükselmesinden korunabilmek için ahşaptan yaptıkları evleri, kazıkların üzerine oturtmuşlar. Günümüz tabiriyle ilkel bir hayat sürüyorlar” bilgisini paylaştı.
SUDAN ÇIKTIĞIMDA O, HÂLÂ SU ALTINDAYDI’
Mokenlerin denize olan bağını yaşayarak gözlemleyen Melih, “Moken arkadaşımla birlikte okyanusa açılma fırsatım oldu. Beni teknesiyle birkaç dalış noktasına götürdü. Daldığımda Nemo balığını görüp görmediğimi sordu, ben de göremediğimi söyledim. O ise eliyle koymuş gibi beni rengârenk balıkların yanına götürdü. Balıkların güzelliğinden ziyade, Moken arkadaşımın suda bir su samuru gibi yüzmesi beni daha çok etkiledi. Nefesim bitip su yüzeyine çıktığımda onun da çıkmasını bekledim. Nefesini uzun süre tutabiliyordu. Ataları gibi o da yüzmeyi, dalmayı çok iyi öğrenmişti. Bana, su altında bıçakla balık avladığını da anlattı. Eskiden Mokenler, özel inşa ettikleri teknelerle 2 hatta 3 ay boyunca denizde yaşarlarmış. Adaya yalnızca su almak ya da yoğun yağmur dönemlerinde çıkarlarmış. Teknelerini tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde çatılı bir ev gibi inşa ederlermiş. Ancak yeni nesil, denizle bu kadar güçlü bir bağ kuramıyor. Artık ağaç kesemedikleri için geleneksel tekneleri inşa edemiyorlar. Bu da kadim deniz bilgeliğinin her geçen gün kaybolmasına neden oluyor” diye konuştu.
‘KENDİ TÜRKÜLERİMİZİN HİKAYELERİNİ ANLATTIM’
Mokenlerin dış dünyayla bağının gün geçtikçe arttığını ama dünyada olup bitenden pek haberleri olmadığını söyleyen Melih, “Ben oradayken birkaç Hristiyan misyoner gelip evlerini ziyaret etti. Eskiden herhangi bir inançları yokken, şimdi bazıları Hristiyan olmuş. Turistler ara sıra köye gelip deniz kabuklarından yapılan takıları satın almak istiyor. Böylelikle aslında dış dünyayla temas etmiş oluyorlar” ifadelerini kullanarak şunları söyledi:
‘DENİZİ ÖĞRETECEK ÇOCUK BULMAKTA ZORLANIYORLAR’
Video çekerken mutlaka izin aldığına ve bu durumu yadırgamadıklarına dikkat çeken Melih, “Hatta niyetimin kötü olmadığını anladıklarında bana göstermek için el yapımı eski bir Moken teknesi maketi getirdiler. Yani çekmemi ve kültürlerini göstermemi istediler. Bazen kamerayı kapatıp sadece anı yaşamayı tercih ettim. Köye gelen başka turistler daha temkinli davranıp kamera konusunda çekinirken, ben biraz da bana Mokenlerin verdiği rahatlıkla istediğim zaman çekim yapabiliyordum. Çoğu gelen turist, benim de onlarla yaşama hikâyeme şaşırıp bana sorular sorup fotoğraf çektirmek istedi. Yani kendi adıma rahat hissettiğim bir zemin vardı” ifadelerine yer verdi.
Mokenlerin modernleşme baskısı altında yaşadığını ve artık denizde yaşayacakları teknelerinin olmadığını söyleyen Melih, “Denizi bilen yeni nesil yetişmiyor. Çocuklar devlet okulunda modern eğitim alırken, Mokenler denizi öğretecek çocuk bulmakta zorlanıyor. Büyük tekneler büyük avlar yaparken, denizin çocukları kanunların altında eziliyor. Nesilden nesle aktarılan denizcilik bilgisi, devletin uyguladığı av ve barınma yasaları nedeniyle aktarılması zor hale geliyor. Bazı yerlerde, geleneksel Moken evlerinden göç ettirilip kutu gibi konteynerlere yerleştirilen Mokenlere denk geldim. Bunu onlara daha uygun yaşam koşulları sağlamak amacıyla yaptıklarını söylüyorlar, ancak bu uygulamalar onları özlerinden uzaklaştırıyor”dedi.
‘HARCAMAYACAKLARINI BİRİKTİRME ALIŞKANLIKLARI YOK’
“Bu deneyimimde anladım ki bize ‘Şunlara sahip olursan mutlu olabilirsin’ gibi dayatmalar yapılıyor”diyen Melih, “Oysa bu dayatmalar olmadan da bir hayat mümkün. Modern dünyanın hiçbir gerekliliğine sahip olmayan bu insanlar, kurdukları sade bir yaşam içinde, doğayla baş başa mutlu yaşayabiliyor. Mokenlerle birlikte doğanın öğreticiliğine kulak verdim. Tabiatı okumak, bizi hayatta tutacak en temel becerilerden biri. Bugün teknoloji, bilim ve aklımıza gelen her gelişmiş şeyin kaynağı yine tabiat. Bu halk bana bunu öğretti. Onlarla birlikte ben de denizdeki sınırlarımı gördüm, atalarının açıldığı denizlerde daldım. Bu deneyim, benim unutulmaz yolculuklarımdan biri oldu”diyerek sözlerini şöyle noktaladı: