“Yazık Ettin” – Mert Çodur: Terk Edilen Bir Hayalin Sessiz Yası

Bazı şarkılar vardır; insanı olduğu yere mıhlar, duygunun hem en dibine çeker hem de acının estetiğini öğretir. Mert Çodur’un “Yazık Ettin”i tam da böyle bir şarkı. Adının ağırlığıyla başlıyor her şey: “Yazık Ettin.” Kime? Neye? Belki birine, belki kendine, belki de yarım kalan bir ihtimale. Ama en çok da yazgıya, yaşanabilecek her şeye bir ağıt gibi. Şarkı, kaybın çığlığını atmadan, sessizliğin içinde büyütüyor.

Sözlerde bir terk ediliş var ama bu, yalnızca bir aşkın değil. Hayatın umursamaz akışına, değer bilinmeyen emeğe, anlaşılmayan bir iç sese dair de bir kırgınlık hissediliyor. Çodur, bu hissi ne bir ağıt gibi dramatize ediyor ne de öfkeyle yüklüyor. Aksine, olağan bir kabullenişin içinde, neredeyse bir teslimiyetle söylüyor. “Yazık ettin” derken bir isyan değil, derin bir iç çekiş duyuluyor. Ve belki de bu yüzden bu kadar vurucu.

Müziğin atmosferi, sözlerin taşıdığı bu sarsıcı duyguyla harika bir uyum içinde. Gitarda gezinen o durgunluk, davulun çekinikliği, vokalin neredeyse konuşur gibi ilerleyişi… Hepsi birlikte şunu söylüyor: burada yaşanmış, tüketilmiş, kabullenilmiş bir acı var. Ama o acının da bir onuru var. Şarkı dinledikçe, o onurun nasıl büyüdüğünü hissediyorsun. Acıyı saklamadan, onu yüceltmeden, olduğu gibi anlatmak büyük bir yetenek. Mert Çodur bunu yapabiliyor.

Vokal performansı, kırılganlığın müziğe nasıl dönüştüğünün bir örneği gibi. Yüksek perdelerde bağırmak yerine, içerden gelen bir sesle konuşuyor dinleyiciye. Bu da şarkıyı daha kişisel, daha samimi bir hale getiriyor. “Yazık Ettin”in anlatıcısı güçlü bir figür değil belki ama dirençli biri. Şarkının sonunda bir aydınlanma ya da çözüm yok, ama bu bir eksiklik değil. Hayatın kendisi de çoğu zaman böyle değil mi zaten?

Mert Çodur’un bu şarkısı, yalnızca bir ayrılığın hikâyesi değil. Aynı zamanda bir dönemin, bir hissin, bir içsel tükenmişliğin de resmi. “Yazık Ettin”, incelikli bir dokunuşla yazılmış bir mektup gibi. Kalpten çıkmış, kalpte kalacak türden. Ve bazen bir şarkı, kelimelerin yetemediği yerde ruhu anlatır. Bu da tam olarak öyle bir an.